30 Aralık 2015 Çarşamba

Istanbulda Evliya varmi?

Padişah, vezire sorar:
_Vezir !İstanbul'da evliya var mı?
_Aman padişahım, İstanbul evliya yatağı olarak bilinir, evliya olmaz mı hiç!
-Öyleyse bir kaç tanesini ziyaret edelim.
Sultanım, arzu ederseniz tebdil-i kıyafet ile şehri dolaşalım.
Vezir ve padişah köylü kıyafetine girip, yola çıkarlar.
Önce Mısır çarşısına girerler. Orada bir kumaşcı dükkanına girip selam verirler. Dükkan sahibi büyük bir edeple selamı alır ve müşterilerine iltifatta bulunarak;
-Hoş geldiniz,safa geldiniz,maşaallah Allah'ın ne güzel kulları var,buyurun efendim der.
Vezir,biraz kumaş lazım olduğunu ve kumaş almaya geldiklerini söyler.
Kumaşcı, hangisinden alacaklarını sorar.
Vezir;
-Şu topu,şu topu,şu topu indir.Diyerek topların yarısından fazlasını indirir.
Sonra da:
-Şundan yarım metre,şundan bir metre,şundan iki metre kes.
Diyerek indirttiği bütün toplardan kestirir.
Kumaşçı:
-Allahım'ın ne güzel kulları var,ya Rabbi! Sana şükür diyerek kestiği kumaşları paket yapar,ücretlerini hesap edip miktarı yazılı olan kağıdı vezire uzatır.
Bu sefer vezir;
-Kusura bakmayın biz bunları almaktan vazgeçtik,çünkü kumaşları beğenmedik der.
Kumaşcı büyük bir teslimiyetle;
-Hay hay olur efendim,Allah'ın ne güzel kulları var,fark etmez efendim,güle güle!
diyerek müşterilerini uğurlar.Paketlenmiş kumaşlarını bir tarafa koyar.
Padişah ve vezir bu sefer Beyazıt meydanına çıkarlar.
Orada elinde sopasıyla;
-Karpuz, karpuz! diye bağıran karpuz satan celalli birisini görürler.
Vezir;
Padişahım,şimdi bu zattan karpuz alacağız ama hemen almayın.Karpuzları bastırın,birini alıp diğerini koyun,kolay,kolay karpuz beğenemeyen bir kimse gibi uzun zaman onu meşgul edin.Der.
Padişah denildiği gibi; Birini alır birini bırakır,öbürünü sıkar, diğerinin kabuğuna el vurarak olup olmadığını kontrol eder, ama bir türlü karpuz alamaz. Karpuzcu ise göz ucuyla müşterisini takip etmektedir. Bakar ki ellemediği ve sıkmadığı karpuz kalmadı,müşteriye elindeki sopasını göstererek:
-Bana bak alacaksan bir tane al, git. Karpuzları yaralayıp durma!
BENİ DE KUMAŞCI GİBİ ZANNETME!
PADİŞAH OLDUĞUNA DA GÜVENME.
ŞU SOPA İLE KAFANI KIRARIMv!" der.
Padişah:
-Sus sus,bizi deşifre etme! alelacele bir karpuz alıp parasını ödeyerek hızlıca oradan ayrılır.
Vezir;-Şimdi de Süleymaniyeye gidelim,orada daha size nice Allah dostlarını göstereceğim der.
Padişah;
-Vezir bu kadar yeter! Karpuzcusu,kumaşçısı evliya olan yerde daha neler vardır kimbilir, yeter! Şimdi gidip kumaşçının paralarını verelim,adamcağız zarar etmesin der.
Tekrar kumaşçıya gidip selam verirler.Kumaşçı yine aynı teslimiyet ve vakar içinde selamlarını alır;
-Buyurunuz efendim, Allahım'ın ne güzel kulları var, buyrun efendim! der.
Vezir;
-Biz yeniden karar verdik kestirdiğimiz kumaşları alacağız.Deyip parasını verip kumaşçı ile vedalaşırlar. Dükkandan çıkarken kumaşçı ellerini kaldırıp;
-Ya Rabbi! Sana hamdolsun. Bugün iki defa dükkanıma padişahı gönderdin.
diye Allah'a şükreder. Padişah bu hal karşısında şaşırır, vezire;
-Vezir, anladım bu iki zatın ikiside evliyadır; ama acaba hangisi üstün?diye sorar. Akıllı vezir şöyle cevap verir;
-Padişahım,ben hangisinin üstün olduğunu bilemem; amma
herhalde laftan anlayanlara kumaşçı gibisi,laftan anlamayanlara da karpuzcu gibi birisi lazım...

22 Aralık 2015 Salı

ANEKDOTLAR ve Fuat Paşa

Her şeyin fiyatı var 
Padişah'ın Paris'i ziyareti sırasında Fuat Paşa'nın "Dünyada elde edilemeyecek kadın yoktur" dediğini duyan İmparatoriçe Eugenie Padişah onuruna verilen yemekte yüksek sesle Keçecizâde'ye laf atmış:
- Ben İmparatoriçe'yim, saltanatım var, servetim var... Beni nasıl elde edebilirsiniz ki?
- Her şeyin daha fazlasını teklif edebilirsiniz majesteleri, daha fazla güç, daha fazla para teklif edilebilir, 
diye cevap vermiş Fuat Paşa.
Eugenie üstelemiş.
- Mesela kaç para?
- Mesela bir milyar altın frank!
Kraliçe "O kadar parayı nereden bulacaksınız" deyince Fuat Paşa gülmüş.
- Bakın işte kadını bulduk, iş parayı bulmaya kaldı, demiş.
Fransızca
Fuat Paşa St. Petersburg'da Osmanlı Büyükelçisiyken, Çar Nikola onunla bir sohbetinde Paşa'yı iğnelemiş.
- Ordunuzun giysilerini değiştirdiniz, şimdi de Fransızcayı ve diğer yabancı dilleri öğreniyormuşsunuz. Bu lüzumsuz bir şeydir. Siz kendi dilinizi öğrenin bu size yeter,demiş.
Fuat Paşa Çar'a "Eğer Fransızca bilmeseydim, benim gibi Fransızcayı öğrenmiş olan zat-ı haşmetpenahizle nasıl teşerrüf edebilirdim ki" diye cevap vermiş. (Son Sadrazamlar,Mahmut Kemal İnan,1940 Maarif Matbaası-İstanbul) 
Parke döşenerek yapılan Babı Ali caddesinin kendine atılan taşlarla yapıldığını söyleyen Fuat Paşa, Abdülaziz'in 1867'deki Avrupa seyahati sırasında kendisine sorulan "Dünyanın en güçlü devleti hangisidir" sorusuna şöyle cevap verir:
- Dünyanın en güçlü devleti şüphesiz ki Devlet-i aliye-i Osmaniye'dir.
Çünkü yıllardır siz dışarıdan, biz içeriden yıkmaya çalışıyoruz ama bir türlü yıkılmıyor... 


Cicekler
Amerikalı iş adamı, bir Çinliye alay ederek sormuş:
_Ölüleriniz, mezarlarına koyduğunuz pirinçleri ne zaman yiyecek?
Çinli başını kaldırmadan cevap vermiş:
– Sizin ölüleriniz, koyduğunuz çiçekleri kokladığı zaman.

YIKA DA GETİR
Süleyman Nazif ve Abdülhak Şinasi birlikte yemek yerken, Şinasi garsonu çağırır ve su ister. Şinasinin kirden ve mikroptan eldivenle el sıkacak derecede korktuğunu bilen Süleyman Nazif garsona seslenmeden edemez:
-Oğlum, beyefendinin suyunu yıka da öyle getir.

SUSTURUCU TEDAVİ
Zamane gençlerinden biri,bir toplantıda Akifi küçük düşürmeye çalışıp:
– Siz baytardınız, değil mi? Demiş.
Akif, istifini bozmadan şu cevabı vermiş:
– Evet,bir yeriniz mi ağrıyordu?

NE ALIRSINIZ?
Yahya Kemal bir yokuşu çıkıncaya kadar nefes nefese kalır. Yokuşun sonundaki lokantadan bir garson seslenir:
-Buyrun beyim ne alırsınız?
Yahya Kemal tebessümle:
-Evlat,müsaade edersen bir nefes alacağım.

SIR SAKLAMAK

Yavuz Sultan Selim, bir çok Osmanlı Padişahı gibi devletin selameti için sefer hazırlıklarını gizli tutarmış. Bir keresinde vezirlerinden biri ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi sorunca, Yavuz ona:
– Sen sır saklamasını bilir misin? diye sormuş.
Vezir, Yavuzdan cevap alacağı ümidiyle:
-Evet hünkarım, bilirim dediğinde, Sultan Yavuz cevabı yapıştırmış:
-Ben de bilirim.

CENNETİN YOLU

Hristiyan din adamlarından biri, Ülkemize gelerek küçük bir çocuktan kendisine o şehirdeki kiliseyi göstermesini ister. Kiliseye ulaştıklarında, papaz:
-Aferin çocuğum, der. Yarın buraya gel de, sana cennetin yolunu göstereyim.
Çocuk, papazın niyetini sezerek:
– Siz, kilisenin yolunu dahi bilmiyorsunuz, diye cevap verir. Cennetin yolunu nasıl bileceksiniz ki?

NE ALIRSINIZ ?
Çok şişman olan Yahya Kemâl, bir yokuşun sonundaki lokantanın önünde dinlenirken,içeriden çıkan garson:
-Buyurun beyim, diye atılmış. Ne alırsınız?
Yahya Kemal, tebessüm edip:
-Evlât, demiş. Müsaade edersen biraz nefes alacağım.

ÇANAKKALE İÇİNDE

İngiliz garson, Türk müşteriye:
-Çanakkalede çok askerimizi öldürdüğünüz için sizleri pek sevmeyiz deyince, bizimkinden gayet soğukkanlı bir şekilde şu cevabı almış:
-Orada ne işiniz vardı?

HASTANIN YEMEĞİ

Lokman Hekime:
-Hastamıza ne yedirelim? diye sorduklarında, şu cevabı vermiş:
-Acı söz yedirmeyin de, ne yese olur.

NEYZENİN NEZAKETİ!
Mehmet Âkif, elini yıkadıktan sonra, Neyzen Tevfik’in kendisine uzattığı havlunun kirini görünce:
-Hayır, diye bağırmış. Elimi daha yeni yıkadım.

GÖNÜLSÜZ GÖNÜL
Abdülhak Hâmidin evindeki sohbette, konu gençlik ve ihtiyarlıktan açılır. Yaşı geçmiş bir hanım, Abdülhak Hamide döner ve:
-Efendim, gönül kocamaz! der.
Hamid cevap verir:
-Kocamaz ama, kocamış bir vücut içinde oturmak da istemez.

BÖYLE KORUNUR
Çok değerli olan kütüphanesini millete vakfeden Koca Ragıp Paşa, onların bakımı için tanıdıklarından birini memur tayin eder. öss
Bir gün ansızın kütüphanesini ziyarete giden Paşa, etrafı ve kitapları toz, toprak içinde bulunca canı çok sıkılır ve belli etmemeye çalışarak:
-Seni tebrik ederim yavrum, der. Gerçekten de gerçekten de emniyetli bir adammışsın. Teslim edilen şeylere hiç el sürmemişsin, âferin!

VELÂYETİN GÖRDÜĞÜ
Fatih Sultan Mehmet, çocukluğunda biraz yaramazlık yapınca, babası olan 2. Murat Han:
-Ne kadar yaramaz bir çocuksun, senden adam olmaz diye çıkışır.
Orada bulunan ve velâyet sırrıyla kalp gözü açık olan Akşemseddin Hazretleri, hafifçe gülümseyerek şöyle der:
-Peder ne der, kader ne der.

ÇIKMAYAN MANA
Mehmet Akif, Baytar Mektebinde müdür muavini olarak çalıştığı bir dönemde, muhasebeden gelen bir yazıyı anlayamaz. Yazıyı kaleme alan Salih Efendiyi aratarak yazıda ne demek istediğini sorar:.:
-Salih Efendi İki türlü mana çıksın diye böyle yazdık efendim cevabını verince, Akif dayanamaz ve:
-Hayret doğrusu, der. Biz birini bile çıkartamadık da.

SOKRAT VE BİLEYTAŞI
Talebelerden biri Sokrata sormuş:
-Herkese güzel konuşma dersleri verdiğin ve onlara hitabet sanatını öğrettiğin halde, niçin sen de çıkıp bir konuşma yapmıyorsun?
-Evlat, demiş Sokrat. Bileytaşı keskin değildir amma, en sert demiri bile keskin eder…

ANLADIĞININ İSPATI

Tanıdıklardan biri, yazdığı romanın müsveddelerini Neyzen Tevfike göstererek fikrini sorar:
Neyzen beğenmediğini ifade edince, adam:
-İyi ama, der. Siz hiç roman yazmadınız ki!
Neyzen Tevfik şu cevabı verir:
-Ben yumurtanın tazesini bayatını iyi anlarım. Ama bu güne kadar hiç yumurtlamadım.

BİRBİRİNE BAĞLI
Hâkim, kaza yaparak birkaç kişinin ölümüne yol açan bir şoförün ehliyetini iptal edince, şoför:
-Aman hakim bey, diye sızlanmış. Benim yaşayabilmem, şoförlük yapmama bağlı.
Hâkim cevap vermiş:
-Başkalarının yaşaması da sizin şoförlük yapmamanıza bağlı.

AKŞAM YEMEĞİ

Yahya Kemâl, dostlarından birine:
-Bu akşam yemeği benimle yer misin? Diye sorunca, arkadaşı:
-Hay hay! Der. Çok memnun olurum. Hiçbir mazeretim yok!
Yahya Kemal gülümseyerek karşılık verir:
-İyi öyleyse, bu akşam size geliyorum.

HAKLI ÖLÜM

Sokrat ölüme mahkum edildiğinde, eşi:
-Haksız yere öldürüyorsunuz, diye ağlamaya başlayınca,
Sokrat:
-Ne yani, demiş. Bir de haklı yere mi öldürülseydim?

HZ. ADEMİN MİRASI
Fatih Sultan Mehmet, adamları ile gezerken, yanına sokulan dilenciye bir altın vermiş. Dilenci parayı alınca:
-Aman Sultanım, demiş. Koskoca bir padişah, kardeşine bu kadar para verir mi?
Fatih Sultan Mehmet, nereden kardeş olduğunu sorunca, dilenci:
-İkimiz de Hazreti Ademin çocukları değil miyiz? demiş. Elbette kardeşiz.
Sultan Fatih:
-Bu keşfini sakın başkasına söyleme, diye gülümsemiş. Diğer kardeşlerimiz de pay isterse, sana zırnık bile düşmez.

GÖNLÜMÜ FETHETTİĞİ İÇİN
Fatihe sorarlar:
-İstanbulu niçin fethettin?
Cevap verir:
-Önce o benim gönlümü fethettiği için!

DÜŞMANIN CANI

Şair Nefi bir toplantıda konuşurken, düşmanlarından biri içeri girmiş, fakat herkese selam verdiği halde kendisine:
-Merhaba canım! demiş.
Nefi durur mu? Hemen cevabı yapıştırmış:
-Derhal çıkıyorum.

FİKİR YAKALAMAK

Şahabettin Süleyman, bir gün Ahmet Haşim’e:
-Üç günden beri zihnimde önemli bir fikir saklıyorum, dediğinde, Ahmet Haşim, onun fikir üretmedeki kısırlığını ima ederek şöyle demiş:
-Günahtır yahu, salıver gitsin şu fikri. Zavallıcık günlerden beri tek başına kim bilir ne kadar sıkılmıştır?

UYKU KARDEŞLİĞİ
Mevlana Hazretleri, talebelerinin biriyle yürürken, yol kenarında birkaç köpeğin sarmaş dolaş uyuduklarını görürler.
Yanındaki talebesi:
-Güzel bir kardeşlik örneği, der. Keşke insanlar da bundan ibret alsa.
Mevlana, tebessüm ederek karşılık verir:
-Aralarına bir kemik atıver de, gör kardeşliklerini.

DÜNYANIN YÜZÜ
Hastalıktan ötürü gözleri kapanmış olan bir adam, halk şairi Seyraniye:
-Bende dünyayı görecek göz mü kaldı? diye şikayette bulununca, söz eri Seyrani:
-Hiç üzülme dostum demiş. Zaten dünyaya da bakılacak surat kalmadı.

BRAVO!..
Genç bir şair, saçma sapan şiirlerini Victor Hugoya okuduktan sonra:
-Üstad, diye sormuş. Şiirlerimi nasıl buldunuz?
Victor Hugo:
-Vezinsiz, kafiyesiz ve manasız bir şey yazmak istemiş ve tam muvaffak olmuşsunuz, demiş. Bravo doğrusu.

Dilememiştir
Elmalılı Hamdi Yazır’a:
– Allah dilediğine hidayet verebilir mi? Diye sormuşlar.
– Evet, verebilirdi demiş.
– O halde niçin vermemiş? dediklerinde ise şunları söylemiş:
– Vermediğine göre dilememiş, demektir.

Allah Allah

Serdengeçti’ye sormuşlar:
– Konuşmalarında “Allah” kelimesini neden bu kadar çok kullanıyorsun?
Serdengeçti, kendisinden beklenen cevabı vermekte gecikmemiş:
– Allah Allah yahu, hiç haberim yoktu.

Kiralık Ev
Bir toplantıda bazı büyük adamların ölümünden sonra onlara yaşadıkları evlerin bir müze haline getirildiği ve üzerine levhalar asıldığı konu edilirken, toplantıya katılan şair Nazım, Süleyman Nazif’e dönerek: Üstad ben ölünce kapımın üzerindeki levhaya ne yazarlar. Süleyman Nazif gayet ciddi: Kiralık Ev.
Evde Kılardı
İsmet İnönü’nün dinden uzak bir hayat yaşadığını, Cumaları bile kılmadığını aralarında konuşan gazetecilere bir basın toplantısında oğlu Erdal İnönü’nün açıklaması şöyle olmuş:
– Nereden biliyorsunuz? Babam Cuma namazlarını evde kılardı.

Namaz
Vehbi Karakaş hocaya gençlerden biri:
– Hocam gündüz işteyim. O gün kılamadığım namazlarımı akşam eve dönünce kaza etsem olmaz mı? Diye sorunca:
– Sen askersin farzedelim. Komutan sana günde beş defa haber gönderse, sen gitmeyip de akşam komutanının huzuruna çıksan, üst üste üç selam veya beş selam çaksan olur mu? Der.

At Nalı
Kadıköy Camiinde vaaz vermekte olan O. Demirci Hocaya:
– Hocam, diye sormuşlar. At nalını evimizin kapısına asarsak uğur getirir mi?
Demirci hoca:
– Zannetmiyorum, diye cevap vermiş. Onlardan her atta dört tane var ama, bütün gün kamçı yiyip duruyorlar.

Ne Diye Bindin
Necip Fazıl Kısakürek vapurla Karaköy’e geçerken yanına biri yaklaşıp:
– Üstad, diye sormuş. Peygamberlere ne diye gerek duyuldu, biz kendimiz yolumuzu bulabilirdik.
Necip Fazıl, okuduğu kitaptan başını kaldırmadan:
– Ne diye vapura bindin ki, cevabını vermiş. Yüzerek geçsene karşıya.

Neresi Akıyor?

Kırkağaç Kaymakamlık binasının tamir gerektiği bildirilince, merkezden yazı gelmiş.
Nelerin aktığını, yegan yegan bildiriniz.
Aynı zamanda meşhur bir hicivci olan kaymakam Eşref, cevap yazmış.
– Muslukları hariç, her tarafı akıyor.

Elimi Yeni Yıkadım

Mehmet Akif, elini yıkadıktan sonra Neyzen Tevfik’in kendisine uzattığı havlunun kirini görünce, ister istemez.
– Hayır, demiş. Elimi daha yeni yıkadım.

Fazilet

Nihad Sami Banarlının anlattığına göre Yahya Kemal bir dönemdeki sohbetlerinde sık sık şöyle dermiş:
‘Çocuklarımıza dediler ki:
– Selçuklu ve Osmanlı medeniyetin bilmemek fazilettir.
– Osmanlı devri Türkçe’sini bilmemek fazilettir.
– Fuzuli’yi, Nedim’i, Namık Kemal’i, Hamid’i, Fikret’i bilmemek bir fazilettir.
– Hasılı, … bilmemek bir fazilettir.
Çocuklarımız bir de baktılar ki meğer ne çok faziletleri varmış.’

İstanbula Dönüşünü
Yahya Kemal’a “Ankara’nın en çok hangi tarafını seviyorsunuz” diye sorduklarında şu cevabı vermiş:
-İstanbul’a dönüşünü.

Ne Alırsınız?
Yahya Kemal, çok şişman olduğu için, bir yokuşun sonundaki dükkanın önünde dinlenirken, içeriden çıkan tezgâhtar:
-Buyrun beyim, diye atılmış, ne alırsınız?
Yahya Kemal tebessüm ederek:
-Evladım müsaade edersen bir nefes alacağım.

Yahudiler

Necip Fazıl Kısakürek, “Yahudiler hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusuna şu cevabı vermişti.
– Yahudiler mi dediniz? Onlar yumurtalarını pişirmek için dünyayı ateşe veren lanetlilerdir.

Arkamı Döneyim
Necip Fazıl Kısakürek, sakal bırakmaya karar verir ve bırakır. Sakallı halini görenler şaşırırlar. Hatta bazıları hakaret etmek bile ister. Fakat üstad bu. Hiç lafın altında kalır mı? Adama laik olduğu cevabı verir. Üstadın sakallı halini gören biri, üstada hakaret etmek için karşısına geçip sakallı halini kasderek;
-“Yahu Maymuna dönmüşsün!” der.
Bu söz üzerine üstad adama haddini bildirir:
-“Öylemiii, peki o zaman arkamı döneyim!..”

Üstüne Etme!
Bir gün, Necip Fazıl hoşlanmadığı birisiyle yemek yemek zorunda kalmış.Yemek için bir lokantaya gidip, normal bir masaya oturmuşlar. Garson siparişleri almak üzere masalarına gelip;
-Hoş geldiniz efendim, ne alırsınız, ne arzu etmiştiniz? diye sorar.
Necip Fazıl ile yemeğe gelen adam siparişini verir;
-Pilavın üstüne et!
Bunun üzerine garson Necip Fazıl dönerek siparişini sorar; Üstad da şöyle der;
-Benim, pilavın üstüne etme!

Derinlemesine
Batıl din ve ideolojileri, neden derinlemesine incelemek gerekmiyor? Diye sorduklarında, Mehmet Salah şu cevabı vermişti:
– Bir yemeğin bozuk olduğunu anlamak için, tamamını yemek icap etmez.

Hangi Kitapları Okur
Eski kitapçılardan Arif Polat’ın dükkanına gelen bir tanıdığı, çeşitli kitapları inceleyip:
– “Bazı kitaplara bakıyorum da; bunları kim okur, diye merak ediyorum” deyince, Arif Polat başını kaldırmadan şu cevap vermiş:
– Ben de bazı insanlara bakıyorum da, bunlar hangi kitapları okur, diye merak ediyorum.

Keramet
Son derece cahil bir arkadaşı, Mustafa Nihad Özön’e ilim satmak isteyen bir tavırla:
-Seninle aynı zamanda aynı şeyi düşünsek, buna telepati mi derler? diye sorunca, ondan şu cevabı almış:
-Hayır, dostum, buna keramet derler!…

İlgi

Peyzaj mimarlarından Mevlüt Baysal, gittiği lokantada bir saat beklemek zorunda kalmış. Nihayet bir garson gelip sormuş:
– Ne isterdiniz?
Mevlüt Baysal, kibarca cevap vermiş.
– Bir porsiyon ilgi lütfen!..

Şeker
Ahmet hoca, mesainin fazlalığından, fırsatını buldukça ufaktan kestirirdi. Birgün sohbet sırasında birisi, şeker hastalığının uyku yaptığından söz açtı ve “Ahmet hocanın şekeri olmasın?” diye sordu. Söze giren Ali Suad, gülerek şöyle cevap verdi: – Ahmet hocada şeker yok ama, şekerleme çok.
Uçan Tabak
Gökyüzünde birtakım uçan cisimlerin görüldüğü iddia edildiğinde, bunlara ilk önce “uçan tabak” adı veriliyormuş. Nizamettin Nazif, bu esrarengiz olay hakkında Prof. Salih Murad’ın fikrini sorarak: – Ne dersiniz, hocam? demiş. Bu uçan tabaklar sizce gerçek midir? Ve daha önce görülmüş müdür? Profesör:
– Elbette gerçektir, diye gülümsemiş. Karı koca arasında sık sık görülür.

Şans
Bir filozofa sormuslar:
“Şansa inanir misiniz?” Filozof :
“Evet, yoksa sevmedigim insanlarin basarisini neyle aciklardim.”

Zekâ

Bir bilgeye sordular: – Bir insanın zekasını nerden anlarsınız: -Konuşmasından -Ya hiç konuşmazsa. -O kadar akıllı insan yoktur ki?

Servet

Meşhur bir filozofa:
– Servet ayaklarınızın altında olduğu halde neden bu kadar
fakirsiniz?
diye sorulduğunda:
– Ona ulaşmak için eğilmek lazım da ondan, demiş.

Bomboş

Adamın biri yakışıklı ve iyi giyinen bir gençle tanıştığında, onun son derece ahmakça sözler söylediğini görmüş ve kendisine, onun hakkındaki fikirleri soranlara şu cevabı vermiş:
– Muhteşem bir ev. Fakat içinde kimse yok. Bomboş.

Zaman Nedir?
Bir toplantı sırasında, o yörenin en bilge kişisine ” Zaman nedir?” diye sorduklarında, ondan şu cevabı alırlar:
– Şimdi zamanı anlatacak kadar zamanım yok.

Tecrübe

İdam edilmek üzere olan bir mahkuma:
– Diyeceğin bir şey var mı? Diye sorduklarında
– Tecrübe kazandım, cevabını vermiş. Bu bana bir ders oldu.

Ne Zaman?

Amerikalı iş adamı, Çinliyle alay ederek sormuş.
– Mezarlarınıza koyduğunuz pirinçleri ölüleriniz ne zaman yiyecek?
Çinli başını kaldırmadan cevap vermiş:
– Sizin ölüleriniz, koyduğunuz çiçekleri kokladığı zaman.

Alanlar Gelseydi

Bir sergide ünlü romancı, ressam arkadaşına: “Kutlarım sergi açılışına bakanlar gelmiş” Bunun üzerine Ressam: “Ne önemi var ki, bakanlar geleceğine, keşke biraz da alanlar gelseydi. ” der.
İlk Ameliyat
Hasta kendisini ameliyat edecek doktora titirek sesle -Doktor bey demiş biliyor musunuz bu benim ilk ameliyatım Doktor: -Farketmez diye cevap vermiş . Zaten benimde ilk ameliyatım bu olacak!
Meslek Sırrı
Yargıç, hırsıza şöyle sorar: “Söyle bakalım, soyduğun dükkana nasıl girdin?” Hırsız, biraz düşündükten sonra soruyu şöyle yanıtlar: “Efendim, biz buraya yargılanmaya mı, yoksa meslek sırrı vermeye mi geldik .” der

Dünyalar Kadar

Babama sordum: -Babacım beni ne kadar seviyorsun? Babam cevap verdi; -Oğlum,seni dünyalar kadar seviyorum. -Peki dedim, babacığım dünyanın değeri ne kadardır? -Beş para etmez oğlum..!

Benim Zekam Duruyor

Adam oğlunun okuldaki başarısıyla, sürekli övünürdü. Çocuğunun karnesini okurken gururla karısına: “Hiç şüphe yok, bu çocuk benim zekamı almış” dedi. Karısı şöyle cevap verdi:
– Orası doğru, çünkü benim zekam yerinde duruyor!

Neden İmtihan Ediyorsunuz
Öğretmen, öğrencilerin aklını karıştırmak için: – Çocuklar, demiş. Allah hepimizin cennete gitmesini istediği halde, neden bizi dünyaya göndermiş? Çocuklardan biri, soruya karşılık vermiş: – Öğretmenim, demiş. Şüphesiz ki siz bizim sınıf geçmemizi istiyorsunuz. O halde neden hepimize birer 10 vermeyip imtihan ediyorsunuz?..
Elma Rica Edeyim
İnkârcı bir öğretmen, cebine şeker doldurduktan sonra, küçük öğrencilerine şöyle demiş: Eğer Allah varsa, isteyin bakalım size şeker verecek mi? Ama ben, var olduğum için, isterseniz size şeker verebilirim. Hem de derhal. Sınıfın en zeki çocuğu, öğretmenin niyetini anlayıp, şunları söylemiş kendisine: – Bana şeker dokunuyor öğretmenim. Onun yerine bir elma rica edeyim.
Tasdik
Ahmak bir adamın eline “Kıyafet ilmi”ne dair bir kitap geçer. Okurken şöyle bir yazı görür. Bir adamın başı küçük, sakalıyla boyu uzun olursa aklı az olur”
Meğer herifin de kitabın tarif ettiği gibi, başı küçük, sakalıyla boyu uzundur. Kendisini bu tarifin dışına çıkarmak ister. Ne yapması gerektiğini düşünür. Başını büyültmenin imkanı olmadığı gibi, boyunu kısaltması da mümkün değildir. Bari sakalımı küçülteyim diyerek şamdanı eline alır. Bir eliyle sakalının yarısını tuttuktan sonra ikinci yarısını mumun alevine yaklaştırır. Biraz yanıpta sıcaklık parmaklarının uçlarına dokununca eline çeker. Yüzü cascavlak kalır. Bunun üzerin hokkayı kalemi eline alarak kitabın kenarına şunları yazar:
– Bunun gerçek olduğu üzerinde yaptığım deneyle anlaşılmıştır. Dolayısıyla ben de tasdik ederim

BEN AYAKTA OLURUM
Mark Twain, çıktığı bir konferans turnesinde küçük bir kente de uğramıştı. Toplantı öncesi gittiği berber ona sordu:
Yabancı mısınız?
Yazar, evet deyince, berber şöyle konuştu:
Kentimize tam gününde gelmişsiniz? Çünkü bu akşam Mark Twain, bir konferans verecek. Siz de mutlaka gelirsiniz değil mi?
Yazar, elbette giderim deyince berber:
Bilet aldınız mı? diye sorar. Yazar almadım deyince çok yazık der. Tüm biletler satıldı. Ayakta kalacaksınız.
Twain berbere:
Üzülme der, Ben zaten, o adamın konferanslarında hep ayakta olurum!

BEN ÇEKİLİRİM
Dünya nimetlerine önem vermeyen yasayış ve felsefesiyle ünlü filozof Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karsılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek olanaksızdır. Mağrur zengin, filozofa:
-Ben bir serserinin önünde kenara çekilmem.
Bunun üzerine Diyojen kenara çekilerek,gayet sakin su karşılığı verir:
-Ben çekilirim.

Sabır
Cüneyd-i Bağdadi’ye “sabır nedir?” diye sorduklarında şu cevabı vermiş.
– Yüzünü ekşitmeden, acıyı yudumlamaktır.

Tabip
Beyazıd-i Bestami Hazretleri akıl hastahanesinin önünden geçerken, bir tabibin havanda ilaç dövdüğünü görerek:
– Çok günahkarım, der. Bunun içinde ilaç var mı? Tabib daha cevap vermeden, konuşmaları dinleyen bir hasta, pencereden seslenir.
– Tövbe kökü ile istiğfar yaprağını karıştır. Kalb havanında tevhid tokmağı ile döv. İnsaf eleğinden geçir, göz yaşı ile yoğur. Aşk fırınında pişir ve sabah akşam bol bol ye. Göreceksin hastalığından eser kalmayacak.
Bistami hazretlerinin gözleri dolar ve :
– Ya Rabbi, der. Şu dünya hastanesinde ne tabipler var.

Biz de Onlara Yaklaşıyoruz
Sultan Alparslan 27 bin askeriyle Bizans topraklarında
ilerlerken, keşfe gönderdiği askerlerden biri huzuruna gelip telaşla:
– 300 bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor, der.
Alparslan hiç önemsemeyerek şöyle der:
– Biz de onlara yaklaşıyoruz.

Bal ile Sirke
Hocaya “bal ile sirke uyuşmaz” derler. Niçin uyuşmasın der ve gider yarım okka bal yer, yarım okka da sirke içer, gelir oturur. Yüzünün yemyeşil olduğunu görenler sorar:
– Bal ile sirke uyuşmadılar değil mi?
Hoca hiç erkekliği elden bırakır mı?
– Yo yo onlar uyuştular da, şimdi beni aradan çıkarmaya çalışıyorlar.

Caize
Şair Ebu Dellame ile Halife Mehdi arasında şöyle bir vakıa geçmiştir: Ebu Dellame, Abbasi hükümdarlarına bir kaside takdim eder. Halife kasideyi pek beğenir:
– Sana bu kasiden için ne caize vereyim?
– Efendimiz bendeniz bir av köpeği isterim.
– Bu kadar güzel bir kasidenin caizesi bir av köpeği olur mu?
– Efendim kulunuz böyle istiyor.
Halife Mehdi işe şaşar, ama şairi de kırmak istemez:
– Peki, istediğin gibi sana bir av köpeği versinler.
– Fakat Efendim bendeniz ava ne ile gideceğim?
– Hakkın var bir de at versinler.
– Ata nasıl bineceğim?
– Doğru, güzel bir eğer takımı da versinler.
– Efendimiz ata kim bakacak?
– Haklısın, bir de köle versinler.
– Ama Efendim ben atı nerede barındıracağım?
– Bir de ahır versinler.
– Köleyi nerede yatırayım?
– Bir ev versinler.
– Bu kadar halkı ne ile doyuracağım?
– Bin altın da haçlık versinler.
– Efendim…
Halife Mehdi şairin sözünü kesmiş:
Eğer masrafı idare etmeye bir kethüda, hesapları tutmaya bir katip istersen köpeği geri alırım ha!..

Açlık
Fatih, hocası Akşemseddin’e sorar:
– İnsan açlığa ne kadar dayanabilir?
Akşemsettin cevap verir:
– Ölünceye kadar

Sır
Yavuz Sultan Selim, birçok Osmanlı padişahı gibi sefere çıkacağı yerleri gizli tutarmış. Bir sefer hazırlığında, vezirlerinden biri ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi sorunca, Yavuz ona:
– Sen sır saklamayı bilir misin? diye sormuş. Vezir: – Evet hünkarım, bilirim dediğinde, Yavuz cevabı yapıştırmış: – Bende bilirim.

Karınca
Kanuni Sultan Süleyman, sarayın bahçesindeki armut ağaçlarını kurutan karıncaların öldürülmesi için Şeyhül İslam Ebussud Efendi’den şu beyitle fetva istemiş:
Dırahta ger ziyân etse karınca
Zararı var mıdır ânı kırınca
(Ürünlere zarar veren karıncaların öldürülmesinde dinen bir zarar var mıdır?)
Ebussud Efendi bir beyitle cevap vermiş:
Yarın Hakkın divanına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca

Mesele Getirme de

Rusya sefiri meşhur İgnatiyef memleketine giderken veda için geldiği Yusuf Kamil Paşa’ya:
-‘Efendimize Rusya’dan ne getireyim?’ demesiyle Paşa:
-‘Bir mesele getirme de, ben hiçbir şey istemem’ dedi.

Manav Olsa Gerek
Garip halleri ile ünlü olan şair Ruhi, serbest nazım usulüyle şiir yazmanın moda olduğu dönemlerde bir gün eline geçen bir şiir mecmuasında genç şairlerden birisinin irili ufaklı mısralarla bütün bir sahifeyi dolduran mısralarına uzun uzun baktıktan sonra:
– Garip, demiş. Bunlar üzüm salkımı, yazan da şair değil manav olsa gerek.

Ne Kadarda Fuzuli
Fuzuli ile Ruhi beraberce yürürlerken bir köpek görürler. Ruhi köpeği göstererek;
‘Bu köpekte ne kadar fuzuli’ der. Fuzuli hemen cevabı yapıştırır:
Çünki içinde Ruhi var.

Yüzük
Sultan III. Ahmed Han kendisine hediye edilen çok kıymetli zümrüt yüzüğü, bir gün, divan toplantısında vezirlere göstererek:
-‘Acaba bundan daha kıymetlisi var mıdır?’ diye sordu. Hazirûn:
-‘Hayır Efendim, sıhhat ve afiyetle takınız. Bundan daha değerli bir şey olamaz’cevabını verdikleri halde yalnız Nevşehirli İbrahim Paşa itiraz etti:
-‘Bundan daha kıymetli şey vardır padişahım!’ dedi. Padişah beklemediği cevap karşısında sordu:
-‘Nedir?’
-‘O yüzüğün takıldığı parmak Efendim’ diye cevap verdi.

Ahmet Müsade Etmez

Sadrazam Keçecizade Fuad Paşa’ya yetmişlik bir kadının otuz yaşında bir gençle evlenmek istediğinden bahsetmişler. Paşa hemen:
– Ahmet müsaade etmez, demiş. Sormuşlar
– Hangi Ahmet
– Karaca Ahmet.

Domuz Eti

Tarihimizde “Kafkas kartalı” diye geçmiş bulunan İmam Şamil yüz binlerce Rus ordularını birkaç arkadaşıyla yıllarca uğraştıran kahramandır.Üstat Şeyh Celaleddin Efendinin dizi dibinde Tarik-ı Nakşibendiyyenin âb-ı hayat pınarından kana kana içmek suretiyle menaviyatın zirvesine yükselirken, sol eliyle kullandığı kılıcıyla tek başına ordulara göğüs germek gibi bu dünyanın en büyük zevklerine de tatmaktan geri durmamıştır. Az bir kuvvetle uzun yıllar sürdürdüğü mücadelesini, esaretinden sonra aynı şekilde devam ettirmiştir. Ruslara esir düştüğünde; Yemek esnasında, İmam Şamil’in iştahlı iştahlı yemek yediğini gören çar’ın:
“Kumandan, bu iştahla beni de yiyeceğinizden korkuyorum” demesi üzerine etrafındakilerin kahkahaya boğuşları uzun sürmemiş Kafkas Kartalı:
“Çar hazretleri kaygılanmayınız. Ben elhamdülillah müslümanım ve domuz eti yemem haramdır.”

Sigorta
İngiliz Büyükelçisi, eski Türk evlerinin dış duvarlarına asılan “Ya Hafiz” (Muhafaza Eden Rabbimiz) levhalarını görünce dayanamamış ve Keçecizade Fuad Paşaya bunların ne olduğunu sormuş.
Fuad Paşa İngiliz’in tam anlayacağı dille cevap vermiş.
– O gördükleriniz, Osmanlı Sigorta Şirketinin levhalarıdır.

La Havle Vela Kuvvete
Meşhur Cimri Paşa atlarının arpa yemesi gerektiğini söyleyen seyislerine kızar ve her seferinde “La Havle” çekermiş.
Bir gün arabasının atları dermansızlıktan yığılıp kalınca, hiddetle sormuş.
– Atlarıma ne oldu?
Seyis, cevabı yapıştırmış:
– Ne olacak efendim “La Havle” yiye yiye “Vela kuvvete” oldular.

Veteriner
Bir toplantıda bir genç M. Akif`i küçük düşürmek için:
– Afedersiniz, siz veterinermisiniz? demiş. M. Akif hiç istifini
bozmadan şu cevabı vermiş:
– Evet, biryeriniz mi ağrıyordu?

İçeri Alamadığımız Günler Oldu

Mehmet Akif görevli olarak Berlin’e gitmişti. Orada tanıştığı bir Alman kadını:
– Affedersiniz, sizin şair olduğunuzu duydum. O halde merhametli bir kalbiniz olması lazım. Diyorlar ki, memleketinizde kadınları içeri kilitler, sokağa çıkmalarını engellermişsiniz. Onlara acımıyor musunuz?
Mehmet Akif şu cevabı verir:
– Yalanınız yok yanlışınız var madam. Biz kadınlarımızı içeriden dışarıya çıkarmıyor değiliz. Fakat dışarıdan içeriye alamadığımız günler çoktur.

Bülbül
M. Akif yapmacıklı jest ve mimiklerle şiir okuyanlarda hoşlanmazdı. Bir gün böyle biri, Taceddin Dergâhında Akif’in bülbül şiirini okur. Bu okuyuşa canı sıkılan Akif, şöyle söylenir:
– Bu bülbül bizim Bülbül’e benziyordu ama, adam ne kanadını bıraktı, ne kuyruğunu!..

Eldivenim Yoktu
Şu edepsize neden bir tokat vurmadın derler Cenap Şehabettine. O da, eldivenim yoktu iğrendim der…

Kendimize Benzettik

Bir sohbet sırasında Arif Nihat’a;
– Eğilir, bükülür, katlanır, istenilen şekle kolayca sokulur bir cam keşfedilmiş, derler.
Arif Nihat buna şöyle cevap verir:
– Desenize eninde sonunda camı da kendimize benzettik.

PADİŞAH VERSEYDİ
Geçmiş dönemlerde Osmanlı padişahlarından biri, denetlemek üzere küçük çocukların eğitimiyle ilgilenen medreselerden birine uğrar. Medresenin müderrisi ile konuşurken bir yandan da gözüyle etrafı süzmektedir. Bu esnada padişahın dikkatini, medresede tahsil gören çocuklardan biri çeker. Çocuk, hal ve hareketiyle cin gibi bir çocuğa benzemektedir. Bunun üzerine padişah çocuğu yanına çağırır ve:
Oğlum, sen bu sınıfın kaçıncısısın? der.
Çocuk:
Bunu söylemek bana düşmez padişahım. Hocam cevap versin. diye padişaha karşılıkta bulunur. Padişah, hocasına sorduğunda, çocuğun sınıfında birinci olduğunu öğrenir.
Bunun üzerine:
Aferin oğlum sana diyerek, çocuğa bir altın hediye eder.
Ama çocuk altını almak istemez. Sebebini sorduğunda, padişaha:
Akşam eve döndüğümde annem babam bu altını nereden bulduğumu sorarlarsa ne cevap veririm? der.
Padişah:
Benim verdiğimi söylersin der.
Çocuk:
Padişahım der,İnanmazlar. Padişah verseydi böyle az vermezdi. Bir kese verirdi derler.

Padişah güler ve:
Sen gerçekten çok zeki bir çocukmuşsun diyerek, hediye edeceği altın miktarını bir keseye çıkarır.
Haksız Yere
Sokrat Ölüme mahkum edildiğinde, eşi:
– Haksız yere öldürülüyorsun, diye ağlamaya başlayınca, Sokrat:
– Ne yani, demiş. Birde haklı yere mi öldürülseydim!

Misafir
Ünlü Yunan bilgesi Sokrates’in evine, bir gün çok sayıda misafir gelmiş. yemeğe kalmaları gerekince, karısı Sokrates’i mutfağa çağırmış:
“Görüyorsun, çok az yemeğimiz var. Bunlar, konuklara yetmeyecek, acaba ne yapsak?”
Sokrates, düşünmüş, sonra:
“Gelen misafirler tok gözlü, alçak gönüllü iseler yeter, demiş. Yok eğer, bunlar aç gözlü, kendini beğenmiş kimselerdense, ne yapsak yetişmez.”

Sağanak
Filozof Sokrates ve eşi, bir türlü iyi geçinemezlermiş. Bir gün eşi Sokrates’e verip veriştirmiş, ağzına geleni söylemiş. Bakmış kocası hiçbir tepki göstermiyor, bir kova suyu alıp başından aşağı boşaltmış.
Sokrates: “Bu kadar gök gürültüsünden sonra, bir zaten sağanak bekliyordum” demiş.

Vakit
Bir gün Eflatun, talebelerinden birini kumar oynarken yakalamış ve şiddetle azarlamış. Talebesi:
“İyi ama ben çok az bir parasına oynuyordum.” diye itiraz edecek olunca Eflatun cevap vermiş:
“Ben seni kaybettiğin para için değil, kaybettiğin zaman için azarlıyorum.

Ben Çekilirim
Dünya nimetlerine ehemmiyet vermeyen yaşayış ve felsefesiyle ünlü
filozof Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka
hiçbirşeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe
geçmek mümkün değildir… Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: “Ben
bir serserinin önünden kenara çekilmem” der. Diyojen, kenara çekilerek
gayet sakin şu karşılığı verir:
Ben çekilirim!!

Kulak
Kulaklarının büyüklüğü ile ünlü Galile’ye edepsizin biri: Üstad demiş, kulaklarınız bir insan için biraz büyük değil mi? Galile: -Doğru demiş. Benim kulaklarım bir insan için biraz büyük ama seninkiler de bir eşek için fazla küçük sayılmaz mı?
Şemsiye
Bir şemsiye tamircisi yazmış olduğu şiirlerini incelemesi için Şekspir’e gönderir. Ünlü yazarın cevabı şu olur: Dostum: Siz şemsiye yapın ,hep şemsiye yapın, sadece şemsiye yapın!!.
Akıl Vergisi

Dostlarında biri, Fransız kralı 15. Lui’ ye:
– Majesteleri, demiş. Akıl vergisi almayı hiç düşündünüz mü? Hiç kimse budalalığı kabul etmeyeceğine göre, herkes böyle bir vergiyi seve seve öder.
Kral, alaylı alaylı gülerek:
– Hakikatten enteresan bir fikir, cevabını vermiş. Bu buluşunuza karşılık, sizi akıl vergisinden muaf tutuyorum.

Ağırlığınca Altın Eder
İngiliz şairlerinden Oscar Wilde, yazdığı bir şiiri, ressam arkadaşı Whistler’e getirmiş:
“Bak bakalım, demiş, nasıl bulacaksın?”
Ressam, şiiri okumuş, hiç bir şey demeden geri vermiş.
Oscar Wilde:
“Düşünceni söylemedin, demiş. Sence bu şiirin değeri nedir?”
Ressam:
Evet değerli buluyorum, diye karşılamış. Şiirin yazılı olduğu ince pelür kâğıdı göstererek.
“Ağırlığınca altın eder..”

Madalya

Bir gün Bismark, harpte yararlılık gösteren bir askere madalya takarken: — Asker, yüz altın mı istersin, yoksa bu madalyayı mı? Asker: — Madalyanın kıymeti nedir? der. Bismark: — Maddi kıymeti aşağı-yukarı üç altın, diye cevap verir. Asker : — Öyleyse 97 altınla madalyayı isterim! der.

Parmakla Alınabilseydi
Fransa hükümet ricalinden biri Napolyon’ un bir muharebede tenkide
kalkışıp parmağını harita üzerinde gezdirerek:
– Önce şurasını almalıydınız, sonra buradan geçerek ötesini
zapdetmeliydiniz, gibi fikirler belirtmeye başlayınca, Napolyon:
– Evet, demiş. Onlar parmakla alınabilseydi dediğin gibi yapardım.

Mikrop
Yahudi hakimlerinin yönettiği meşhur Yahudi mahkemelerinde ölüm cezasına çarptırılan bir Alman generaline son arzusu sorulduğunda şu cevabı vermiş:
– İdam edilmeden önce Yahudi olmak istiyorum. Böylece dünyadan bir mikrop daha eksilmiş olur.

Fatih Niye Üstün
Napolyon, S. Helen adasında sürgün bulunduğu sırada ‘Fatih mi yoksa siz mi büyüksünüz? Sorusunu soranlara şöyle cevap vermişti:
Büyüklükte ben onun çırağı bile olamam. Çünkü ben, kılıçla zaptettiğim yerleri henüz hayattayken geri vermiş bir bedbahtım. O ise; fethettiği yerleri nesilden nesile intikal ettirmenin sırrına ermiş bir bahtiyardır.

Hastalanınca
Komedyen Eddie Cortarla hastalanınca ne yapmak gerektiğini sormuşlar Hemen cevaplamış: -Mutlaka doktora gidin zira doktorun yaşaması gerek. Verdiği ilacı alın çünkü eczacının yaşaması gerek. Ama ilaçları sakın içmeyin zira sizinde yaşamanız gerek…
İğneleme
Bernard Shaw ile Churchill hiç geçinemez ve sık sık birbirlerini iğnelermiş. Bernard Shaw, oyununun ilk akşamında, oyuna Churchill’i davet etmiş ve iki davetiyeye de bir pusula iliştirmiş:
“Size iki davetiye gönderiyorum. Bir dostunuzu alıp gelebilirsiniz.
Tabii dostunuz varsa.”
Churchill lâfın altında kalır mı, hemen cevap göndermiş:
“Maalesef o akşam başka bir yere söz verdiğim için oyununuzu seyretmeye gelemeyeceğim. İkinci akşam gelebilirim, tabii oyununuz ikinci akşam oynarsa.”

Aynı Dini Paylaşmak
Eski ağır siklet boks şampiyonu MuhammedAli, 11 Eylül günü yerle bir olan Dünya Ticaret Merkezi’ni olaydan bir ay kadar sonra ziyarete gittiğinde, gazeteciler kendisine; “şüpheliler ile aynı İslâm inancını paylaşmasından dolayı neler hissettiğini” sorarlar. Muhammed Ali nazikçe cevap verir:
-Peki siz Hitler’le aynı dini paylaşmaktan dolayı ne
hissediyorsunuz?

İspat
Bir rivayete göre, Betrand Russell “Bana 1+1=1 olduğunu gösterin, size istediğiniz herşeyi ispat edeyim” dermiş. Bir gün, uyanığın teki üstada yanaşıp “Kabul edelim ki, 1+1=1. Bize Papa olduğunu ispat edebilir misin?” diye sorar. Bir anlık duraksamadan sonra B. Russell şu ispatı yapar: “Dünyada bir tane Papa var. Ben de birim. Demek ki, Papa ve Ben biriz.”
Gölge Etme Başka İhsan İstemem
Bu söz, eski Yunan’ın ünlü düşünürü Diyojen’e aittir. Diyojen, Kinizm felsefesinin savunucularındandır. Bu felsefeye göre: erdem her şeyden üstündür. İnsanın kendi nefsine hakim olması da, erdemin başıdır. Diyojen bu felsefeyi benimsedikten sonra, bir fıçının içinde yaşamaya başlamış, yalnız bayat ekmek yemiş, yalın ayak gezmiştir. Tek malı olan, tahta bir su çanağını da, bir köylü çocuğun, avuçlarıyla su içtiğini gördükten sonra, fırlatıp atmıştır.
Büyük İskender, bir gün Kornette dolaşırken, tembel tembel güneşlenmekte olan Diyojen’e rastlamış. Kalkıp, saygı ile kendisini selamlamasını beklemiş fakat Diyojenin oralı olmadığını görünce, kendini tanıtıp saygı beklemiş. Dünya dan elini ayağını çekmiş olan Diyojenin İstifini bozmadığını görünce ; Büyük İskender, “Büyüklük bende kalsın” düşüncesiyle Dile benden ne dilersen sözleri ile Diyojene seslenmiş . Amacı her dileği yerine getiren yüce bir imparator olduğunu göstermekmiş
Diyojen: Gölge etme, başka ihsan İstemem sözleri ile koskoca imparatorun sunduğu teklifi ret ettiğini görünce çok kızmış ve bu davranışın hikmetini sormuş.
Diyojen; Sen benim esirimin esirisin, bana ne yardımın olabilir ki ? Ben nefsimi kendime esir ettim; onun tüm isteklerini çiğnedim. Nefsim, ayaklarımın altındadır. Sen ise nefsinin esirisin, işin gücün, servet, saltanat, azamet. Nefsinin İstekleri ardında koşuyorsun.
Bu sözler,ile işin aslını büyük İskender öğrenmiş ve bu sözde çağlar aşarak günümüze kadar gelmiş ve çokça başvurulan bir deyim olmuştur.

Acaba sonun nasıl olacak: Binamaz ile şeytan arkadaş olur. Şeytan binamazın Allah’a secde etmediğini görünce derki: “Yahu! Ben Hz. Adem’e bir kere secde etmekle emrolunduğum halde etmediğim için ilahi huzurdan kovuldum. Sen ise hergün beş vakit namazda bu kadar secde etmekle emredilmişken hiçbirini etmiyorsun. Acaba senin halin nasıl olacak?”

Kamçı korkusundan kıldım:
Hz.Ali bir gün mescitte arabın birinin yanlış namaz kıldığını görür. Hz. Ali gelir arabın yanına oturur, elinde bir de kamçı vardır. Namazı kurallarına uygun olarak yeniden kıldırır. Arap namazı bitirince Hz. Ali: 
-“Şimdi kıldığın namaz mı hayırlıdır, önceki mi? “diye sorar. Arap 
“önceki” cevabını verir. Hz. Ali nedenini sorar. Arap da 
-“öncekini Allah rızası için kılmıştım, sonrakini kamçı korkusuyla kıldım” der.
Bir günde iki kere alıyorum: 
Harun Reşid Bağdadın dışındaki bahçeleri gezerken, ihtiyar bir adamın hurma fidanı diktiğini görür, yanına gider ve sorar:
-Ey ihtiyar! Hurma ağacı kırk senede meyve verir. Sen ise yaşlısın. Meyvesini yiyemiyeceğin ağacı dikip de ne yapacaksın? İhtiyar cevap verir:
-Daha önce gördüğünüz bu ağaçları sırf bizim için dikmişlerdi. Bende bunu kendim için değil, benden sonrakiler için dikiyorum.

Bu cevap Harun Reşid’in hoşuna gider ve yaşlı adama ihsanda bulunur. Adam verilen parayı aldıktan sonra, eliyle sakalını sıvazlar ve “Allah’a şükür ” der. Harun Reşid:
”Niçin şükrediyorsun” diye sorduğunda adam şu cevabı verir:
-Herkes diktiği ağacın meyvesini kırk senede alır, oysa ben bugün diktiğim ağacın yemişini bugün alıyorum. Nasıl şükretmem?

Harun tekrar ihsanda bulunur. Adam bir kere daha şükrettikten sonra konuşmasını şöyle sürdürür: 
-Bu defaki şükredişimin sebebi de şudur; başkaları ağaçlarının ürününü yılda bir kere alırken ben bir günde iki kere alıyorum.

Ne talihli başın varmış: 
Adamın birini şahitlik için mahkemeye götürürler. Kadı şahidin aranan özelliklerini taşıyıp taşımadığını öğrenmek için bazı sorular sorar ve der ki:
- “Sen kuran-ı kerim okumayı bilir misin” Adam 
-” çok iyi bilirim” der. Kadı 
“ölü yıkamayı” diye sorar. Adam “onu da bilirim.” der. Kadı 
-“peki ölüyü mezara gömerken kulağına bir şeyler söylerler. Onu da bilir misin?
” “evet ” der. Kadı 
” ne dersin bakalım?”. Adam 
“ne talihli başın varmış ki öldün de bizim kadının huzuruna şahitlik için gelmekten kurtuldun” der.
Bizim duvardaki İstanbulmuş: 
Esbak Müneccimbaşı Osman efendi filan gece bir yangın çıkacağını söyler. O gece geldiği zaman ateşin nereden çıkacağını görebilmek için ara sıra evinin üst katına çıkar dolaşırmış. Yine bir kere çıkar, elindeki şamdan perdelerden birine dokunur, perde birden tutuşur, etrafa sıçrar. Duvarda birde İstanbul manzarası gösteren bir tablo vardır. Osman Efendi, tablonun ateş aldığını görünce istihracının üzerine olduğunu anlar ve der ki:
-Hay Allah iyiliğini versin! Meğer yanacak bizim duvardaki İstanbul muş.

sakız çiğnenirmi?

Nasrettin Hoca'ya sormuşlar:
- Hocam, helada sakız çiğnenir mi?Hoca gülmüş.
Çiğnenir ama gören olursa b... yiyorsun zanneder, demiş.

21 Aralık 2015 Pazartesi

Kacak kat

Temel ile Dursun Amerika’ya gitmişler, bir hemşerilerinin orada bir kasabada belediye başkanı olduğunu öğrenmişler.
Belediye Başkanı onları uyarmış:
- Kaç kat olursa dikin, kimse karışmaz, burası serbesttir, isteyen istediği kadar kat çıkabilir!”
Ne dedilerse belediye başkanını konuşturamamışlar.
Onlar istiyor ki" belediye başkanı şu kadar metre, şu kadar kat desin."
Belediye başkanı da hemşerilerini bildiği için...
“ - Yani bir üst kat da çıkabilir miyiz?
- Evet çıkabilirsiniz.”
Çok sevinmişler, sarmaş dolaş dışarı çıkarlarken Dursun Temel’e sormuş:
“ - Ya kaçak katı sormadık, bir kaçak kat çıkabilir miyiz?

Efsanelerden nasihatlar


Bizim geldiğimiz yıllarda (1950) Babıâli
adı son günlerini
yaşıyordu.
Giderek bazı gazeteler Babıâli’ye çıktılar, “Yeni
İstanbul” gibi.
Sonra sırasıyla
“Cağaloğlu” geldi.
Şimdi sanırız oda yavaş yavaş unutuluyor.
O yıllarda “Babıâli”
ayrıca oturulan bir mahalleydi de.
Konu komşu vardı.
Her neyse, 1970’li yıllara geçerken Babıâli’de tirajı büyük iki gazete vardı.
Biri Hürriyet, diğeri arkadan gelen Günaydın.
Günaydın’ın kurucusu Haldun
Simavi idi.
Rahmetli Sedat Simavi erken yaşta vefat etmiş, Hürriyet Erol Simavi’ye kalmış, Haldun Simavi de Günaydın’ı kurmuştu.
Günaydın hem şekil bakımından hem de içerik bakımından alışılmamış bir gazete idi, yadırganıyordu.
Diğer gazetelerde tek sütun haber olamayanlar Günaydın da manşetti.
Üstelik de baskı eskilere benzemiyordu, özellikle renkli baskı vardı.
Geçenlerde anılarını yayımlayan,
“Gazetecilikte Bir Ömür” diyen Nuyan
Yiğit Günaydın’da ve Haldun Bey’le çalışmış olmanın ilginç yanlarını anlatır.
***
Nuyan Yiğit “Cumhuriyet”te 12 yıl
çalışmıştı.
Oradan Hürriyet’e geçmiş ve
Haldun Simavi’yi tanımıştı.
Gazetede her sabah bir toplantı
yapılırdı.
Yazı işlerinden ilan servisine kadar...
Toplantının başkanı Haldun Simavi’ydi.
Sağ tarafına gazetenin genel yayın müdürünü, sol tarafa da yeni kurulan haber müdürünü alırdı.
Öncelikle eldeki, çıkmış gazete didik didik taranır, sonra ertesi günün gazetesinin çatısı çatılırdı.
Haldun Simavi her eleştirisine, önerisine “Yavrum” diye başlar, çoğunlukla da zehir zemberek eleştirilerini sıralardı.
Henüz cep telefonları piyasaya
çıkmamıştı.
Haberleşme hızında aksamalar
oluyordu.
Hem almakta, hem yayımlamakta
gecikiliyordu.
Öyle her serviste telefon yoktu.
Haldun Simavi haberi iletmekte
zorlananlara sokaklardaki telefon
kulübelerini önerirdi.
Elinde haberin varsa, iletilecek telefonun yoksa, sokakları dolaşır, yakaladığın boş kulübeden gazeteyi
arayabilirdin.
Ama daha telefoto icat edilmemişti, fotoğraf nakletmekte sıkıntı çekiliyordu.
***
Haldun Simavi ilginç
bir patrondu.
Sıkışırsa dizgi makinesinin başına oturur, arıza varsa tulumunu giyer, rotatif
dairesine inerdi.
Bakın nereden nereye geliyoruz...
Geçenlerde genç bir
arkadaş telefon etti:
“Sizce Babıâli’nin efsaneleri
kimlerdir?”
Biz efsane deyimine pek inanmasak da onun ne demek istediğini anladık.
Alışılmışın dışında patron tiplerini
soruyordu.
Bir sabah, sabah toplantısında
Haldun Bey bütün yazı işleri ve
muhabirleri topladı ve:
“Herkes ceplerinde ne varsa çıkarıp önüne koysun” dedi.
Herkes ceplerini boşalttı, önüne
koydu.
Haldun Bey sanki bir şey arıyordu, cepten çıkanlara dokunup bırakıyordu, teftiş bitince konuştu:
“20 kişisiniz, sadece üçünüz yedek
kalem taşıyor, sadece iki kişiden telefon
jetonu çıktı, bundan sonra herkesin
cebinde bir yedek kalem, 3 telefon
jetonu bulunacak.”
Sonra jeton ve kalemin önemini
Frank Sinatra’nın oğlunun kaçırılış
olayını örnek vererek anlattı.
Frank Sinatra’nın oğlu kaçırıldığı
zaman yanında kalemi olmadığından oto plaka numarasını yazamamış, on sentlik bozuk parası da olmadığı için polise
telefon edememişti.

Churchill in espirileri

Churchill içkisiyle ünlüydü.
Meclisin en eski kadın milletvekillerinden biri ona içkisinden dolayı laf atar.
“Sen bir sarhoşsun!”
Churchill güler:
“Yarın ben ayılacağım ama sen hep böyle kalacaksın.”
Kadın meclisin en çirkin kadınlarından biridir.

***
Churchill ünlü tiyatro adamı, yazar, düşünür Bernard Shaw ile hiç geçinemezmiş.
Karşılaştıkça laf atar, birbirlerini iğnelerlermiş.
Bir gün Bernard Shaw son eseri Pgymalion’un galası için Churchill’e iki kişilik davetiye göndermiş.
“Size iki kişilik davetiye yolluyorum, bir dostunuzu da alarak gelebilirsiniz, tabii dostunuz varsa!”
Churchill davetiyeyi iade etmiş ve özür dilemiş:
“Başka bir yere söz verdiğim için oyununuzun ilk gecesine gelemiyorum ama ikinci gece gelebilirim! Tabii ikinci gece oynayabilirseniz!”

Düsünülmeyen tek sey


“Konağın fareleri olağanüstü kongre yapmışlar.
Tüm fareler, bir eksiksiz, bir araya gelmişler.
Hepsi de Tekir’den yana yanıkmış...
Hem de bu Tekir’ başka Tekir’miş...
Yıllarca alıştıkları Tekir’lere hiç benzemiyormuş.
Hiç ummadıkları anda karşılarına çıkıyor, pat diye basıyormuş pençeyi...
Ama eski Tekir’lerden bir farkı varmış.
Ve aslında çok önemli bir farkmış bu...
Tekir, hiçbirinin hayatına kastetmiyormuş...
Dediği, diyeceği hep şuymuş:
Ben bu konağın düzenini değiştireceğim.Kimsenin ekmeğiyle, geçimiyle oynamayacağım.Ama siz de huyunuzu değiştireceksiniz!Artık çalma çırpma yok! Un çuvalını delmek, zeytinyağına kuyruk daldırmak,peynir kemirmeye paydos!”
Fareler önce aldırmamışlar Tekir’e...
Onlar nice Tekir’ler görmüşler!
Herkes bildiğini okumuş yine...
Ama bakmışlar pabuç pahalı, ne yapsalar Tekir’ haklarından geliyor. Birlikten kuvvet doğar diye birleşmeye kalkmışlar. Ama yine her kafadan bir ses çıkıyormuş. Tekir’ haber göndermiş:
Boşuna uğraşmasınlar. Bir halt karıştıramazlar. Ben başka Tekir’lere benzemem, onlara oynadıkları oyunları bana oynayamazlar.”
Tekir’in bu çıkışı fareleri daha pekiştirmiş.
Toplantıda bin çeşit çare atılmış ortaya ve sonunda bir karar varılmış:
-“Bu Tekir, biz ne yaparsak duyuyor, peşimize geliyor. Bunun hareketlerinden haberimiz olması gerek. Geldiğini duyarsak tedbir almak kolay, onun için boynuna bir çıngırak takalım. O yürüdükçe çıngırak ses çıkarır, biz de Tekir’in geldiğini anlarız.
Bu öneri büyük ilgi görmüş, tam oybirliğiyle kabul edilirken arkalarda oturan ve lafa pek karışmayan fare kuyruğunu oynatıp “Bir şey soracağım” demiş...
Hepsi 
-“Buyur!” diye söz vermişler.Sizin de görüşünüzü öğrenmek isteriz”
Yaşlı fare, kısa bir soru sorup çekilmiş kenara:
-” O çıngırağı Tekir’in boynuna kim takacak?”
Sanki top düşmüş farelerin arasına, hiçbiri ses çıkaramamış.
Doğrusu ya düşünmedikleri tek şey buymuş!

5 Aralık 2015 Cumartesi

Tatli cocuk


Gaz meselesi

Doktor Bey” der yasli kadin..
 “gaz sorunum var, ancak cok sikayetci de sayilmam.
Gaz cikardigim zaman ne ses cikiyor, ne de kötü kokuyor. Mesela geldigimden
beri en az yirmi kez gaz cikardim, ama siz farkina bile varmadiniz.”
Doktor, 

“Bu haplari alin, bir hafta sonra sizi tekrar göreyim” der.
Bir hafta sonra yasli kadin kontrole gelir.
“Doktor Bey bana ne halt verdiniz bilmiyorum” der,

”Gaz cikardigim zaman hala ses cikmiyor, ama muthis kötü kokmaya basladi!”
“Cok iyi!” der doktor.. 

burnunuz duzelmis, simdi sira kulaklara geldi !!

Elektrik supurgesi

Elektrik supurgesi saticisi, bir apartman dairesinin kapisini calmis, kapiyi açan bayana: 

- "Hanimefendi, bu elimde gormus oldugunuz kovanin icinde at pisligi var!" demis ve bu bir kova pisligi evin icine dogru savurarak döküvermis. 

Sonra da: 

- "Hanimefendi, elimdeki elektrik supurgesi ile 10 dakika icinde bunu temizleyemezsem, bu pisligi yiyecegim..!"

Kadin saticiya soyle bir bakmis:

- "Beyefendi, ustune domates sosu da ister misiniz? Elektrikler kesik de.

BEYAZ Koyunmu SIYAH Koyunmu?


Batili bir gezgin, Anadolu'da gezerken fakir bir cobana rastlar. Biraz sohbet ettiklerinden sonra, cobanin koyunlarini gosterir. "Bu koyunlar gunde ne kadar yurur?"

"Beyaz koyunlardan mi, yoksa siyah koyunlardan mi bahsediyorsun?"

"Beyaz koyunlardan."

"Beyaz koyunlar gunde 5, 6 kilometre yururler." diye yanitlar coban.

"Peki ya siyah koyunlar?"

"Onlar da 5, 6 kilometre kadar yurur."



Gezgin bu yanita sasirsa bile aldirmayip: "peki ne kadar ot yer koyunlarin?" diye sormaya devam eder.

"Beyaz koyunlardan mi, yoksa siyah koyunlardan mi bahsediyorsun?" diye sorar coban.

1 Aralık 2015 Salı

israf

Lokantada garsonu çağırmışlar; kürdan istemişler, gelmemiş:
“Kürdan demiştik...”
Garsona patronu göstermiş:
“Almıyor!”
“Niye?”
“İsraf diyor, bir kere kullanıp atıyorlar!”