17 Eylül 2014 Çarşamba

Ac gözlülük

Ormanda güzel bir göl varmış. Bütün hayvanlar oradan su içmeye gelirmiş. Kuşlar da elbette… 

Bir bahar günü, uzak diyarlardan bir turna sürüsü gelmiş. Gölün tatlı ve serin suyundan içip biraz dinlenmek istemişler. 

O sırada o gölde karınlarını doyuran bir kaz sürüsü de bulunuyormuş. Bu kazlar, gölün içindeki balıklarla beslenmekten dolayı hayli semizleşmişler. Turnalar ise uzun yoldan gelmiş, garip ve zayıf kuşlarmış. 

Kazlar, suyun yansımasında kendi beyaz ve tombul bedenlerine bakmışlar, pek beğenmişler. Turnaların boz renkli, zayıf bedenlerine bakıp onları küçük görmüşler. Hatta birbirlerine bu gariban kuşları göstererek, alay etmeye başlamışlar. 

- Şunlara bakın! Ne kadar da çelimsizler! Halbuki biz öyle miyiz? Nerede bizim bembeyaz tüylerimiz, nerede onların boz bulanık tüyleri! Gibi sözler söylemeye başlamışlar. 

Turnalar bu hareketlere çok gücenmişler. 

- Biz uzun yoldan geldiğimiz için aç ve yorgunuz. Anlaşılan siz burada bol rızka sahipsiniz. Bize ikram etmeniz gerekirken böyle davranmanız ne kadar üzücü, demişler. 

Ama kazlar aç gözlü ve obur hayvanlar oldukları için, bu sözlere hiç aldırış etmemiş; 

- Ne diye kendi rızkımızı size ikram edecekmişiz? Onlar bizim hakkımız. Çünkü buraya biz sizden önce geldik. Bir an önce suyunuzu için de çekip gidin. Bu göl bizim, demişler. 

Turnalar, kazların bu hareketine çok üzülmüş ama yapacak bir şey yokmuş. Çünkü kazlar oldukça kalabalıklarmış. Turnalar ise hem az sayıdaymış, hem de yorgunmuş. Kazlarla kavga çıkarmak istememişler. Sularını içince bir çalı kenarına toplanmışlar. Aç karnına uyumaya çalışmışlar. 

Kaz sürüsü ise turnaları kovduktan sonra gölden yakaladıkları balıklarla karınlarını doyurmaya devam etmişler. Gölde bol balık bulunduğu için karınları iyice doymuş ve hepsini tatlı bir uyku bastırmış. Başlarını tüylerinin arasına sokup uyumaya başlamışlar. 

Turnaları aç karnına uyku tutmamış. Genç turnalardan birkaçı liderlerine gidip, 

- Madem kazlar bizim gölde karnımızı doyurmamıza izin vermiyor, bari gidip başka bir yiyecek bulalım, diyerek izin istemişler. Liderleri onları, 

- Pekâlâ, gidin, fakat çok dikkat edin. Yakınlarda avcılar varsa bizi haberdar edin, diye tembih etmiş. 

Genç turnalar gökyüzüne kanat çırpmaya başlamışlar ki, ne görsünler; gerçekten de iki avcı, omuzlarındaki tüfekle göle doğru gelmiyor mu? 

Hemen geri dönüp sürüyü uyarmışlar: 

- Avcılar buraya geliyor, kaçın!

Turnalar bunu duyar duymaz hemen hep birlikte havalanmışlar ve oradan uzaklaşmışlar. Kazlar ise onlara inanmamış. 

- Turnalar bizi korkutup kaçırmak için yalan söylüyor. Bizi kaçırıp gölü ele geçirmek istiyor. Hani görünürde avcı filan yok, demişler. Ağır vücutlarını kaldırıp, doğru mu değil mi diye bakmaya bile üşenmişler. 

Avcılar bu sırada çalıların arasında gizlene gizlene iyice yaklaşıyorlarmış. Turnaların kaçıp gittiğini görseler de pek önemsememişler. 

- Varsın kaçsınlar, o zayıf kuşları vurup da ne yapacağız? Nasıl olsa göl tombul kazlarla dolu! Demişler. 

Göle iyice yaklaşınca birden kazların üstüne ateş açmaya başlamışlar. 

Ne yazık ki kazlar çok gafil avlanmış. Çoğu felakete uykusunda yakalanmış. Uyananlar da ağır vücutlarını taşıyamadıklarından hızla kaçamamışlar. 

Kaçıp kurtulabilenler ise başlarına gelen bu felaketten ders almışlar. 

- Keşke bu kadar aç gözlü davranmasaydık da elimizdeki nimeti turnalarla paylaşsaydık! Oburluğumuzun cezasını çok fena ödedik, demişler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder