Vaktiyle İstanbul'da kamyon şoförlüğü yapan bir iş adamı anlatmıştı...
"O zaman gencim, güçlüyüm, taşı sıksam suyu çıkar. Bir gün kamyonumla Reno marka bir arabaya çarptım. Suçluydum. Adamın arabası mahvolmuştu. Para ödememek için Reno'nun içinden çıkan cılız adama bağırmaya başladım. Adam beni sakinleştirmeye çalışıyor, bense avazım çıktığı kadar bağırıyor-dum. Çok korktu. Lütfen bağırmayın, diyordu. Ben bunu fırsat bilerek iyice abarttım ve adama yüklendim. Kırılan farımın parasını almak için bağırmaya devam ettim. Adam da "Peki, o zaman karakola gidelim" dedi. Karakoldaki bütün polisler arkadaşım olduğu içen hemen kabul ettim ve adamı sürüte sürüte karakola götürdüm. Dışarıdaki polislerle selamlaştığı-mı gören adam iyice korktu. Komiserin odasına girdiğimizde, komiser ayağı kalktı. Kendi kendime "Ne çok tanıdığım!" var diye gururlandım. Komiserin, "Buyurun sayın savcım." demesiyle, benim "Eyvah!" demem eş zamanlıydı. Rezil olduğuma mı yanayım, sabaha kadar yiyeceğim dayağa mı?
Komiser, savcıya "Ne içersiniz efendim?" deyince, savcı: "Ben bir çay alayım, arkadaşıma da soğuk bir su verin!" dedi. Bayılmak üzereydim. Oturmamı söyledi, oturdum. Bu arada çay ve su geldi. O çayını içti, ben de suyu içmeye çalıştım. Bir an önce dayak faslına geçilse de bitse bu iş diyordum.
Savcı bey çayını içtikten sonra, "Gidebilirsiniz Ali bey!" dedi.
Keşke dövseydi beni. Keşke nezarete falan atsaydı. Eminim çok daha az üzülürdüm.
İçtiğim su halen boğazımda ama o gün öğrendiklerim beni tam kırk yıldır yönetiyor.
12 Mart 2016 Cumartesi
Ah be Mahmut, ah..
Yıllar önce çok sevdiğim bir arkadaşım bir şirkete genel müdür olmuştu. Onu kutlamak üzere ziyaretine gittim. Odasındaydı. Geldiğimi haber ettiler, içeriye girdim. Genel müdürlük koltuğunda oturan benim en iyi arkadaşlarımdan biriydi. Gurur duydum onu öyle bir makamda görmekten. Yanında birileri vardı. Ama bir şeyler ters gidiyor gibiydi. Çünkü 10 yıllık arkadaşım, ben odasına girdiğimde hiç kımıldamadı koltuğundan. Kendi kendime, "Mahmut'a bak, nasıl da değişmiş! Genel Müdür olunca insanlığını unutmuş. Halbuki yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi bizim. O benim kan kardeşimdi. Mahallede, lisede, üniversitede, her yerde beraberdik. Bizi ayrı gören hiç olmadı." Olup biteni ak-< lım almıyordu. Büyük dostum, canım, ciğerim, kardeşim beni görünce yerinden kalkmadı bile.
Biraz sonra yerinden kalktı ve kasıla kasıla dışarı çıktı. Böyle kasılmasını da anlayamıyordum. İyice midem bulandı. Sıkıldım, çok sıkıldım. Bir an önce ı oradan uzaklaşmak istiyordum. Sert bir iki direktifverip, daha da fazla kasılarak koltuğuna geri döndü. Mafya usulü yürüyüşü gerçekten çok iğrençti. Ne içersin sevgili dostum dedi. Ben gitmek istediğimi ve hiçbir şey içmek istemediğimi söyledim. Çok diretti ve zorla çay söyledi. İyice gerilmiştim. Biraz sonra herkes çıktı ve odada sadece ikimiz kaldık. Çaylar geldi. Çaycı, Mahmut'a bir ilaçla bir bardak su verdi. İlacını içerken konuşmaya başladı bizim kasıntı dostumuz. "Erdal'cığım kusura bakma, sen geldiğinde de ayağa kalkamadım. Geçen hafta belimden ameliyat oldum ve halen acı çekiyorum. Eski günlerdeki gibi sarılamadım sana. Beni bağışla! Zaten dikkat ettinse, yürürken dik dik yürüyorum. Gören de kasıldığımı sanır. Neyse ki sen yabancı değilsin." dedi.
Düşünsene üç dakika önce o odadan çıksay-dım, kim bilir arkasından neler söyleyecektim. Belki de dostluğumuz sona erecekti. O gün bir kez daha anladım, hiçbir şey göründüğü gibi değilmiş. O gün vazgeçtim, tüm peşin yargılarımdan. Anlamadan, dinlemeden hüküm vermek bana göre bir iş değil.
Biraz sonra yerinden kalktı ve kasıla kasıla dışarı çıktı. Böyle kasılmasını da anlayamıyordum. İyice midem bulandı. Sıkıldım, çok sıkıldım. Bir an önce ı oradan uzaklaşmak istiyordum. Sert bir iki direktifverip, daha da fazla kasılarak koltuğuna geri döndü. Mafya usulü yürüyüşü gerçekten çok iğrençti. Ne içersin sevgili dostum dedi. Ben gitmek istediğimi ve hiçbir şey içmek istemediğimi söyledim. Çok diretti ve zorla çay söyledi. İyice gerilmiştim. Biraz sonra herkes çıktı ve odada sadece ikimiz kaldık. Çaylar geldi. Çaycı, Mahmut'a bir ilaçla bir bardak su verdi. İlacını içerken konuşmaya başladı bizim kasıntı dostumuz. "Erdal'cığım kusura bakma, sen geldiğinde de ayağa kalkamadım. Geçen hafta belimden ameliyat oldum ve halen acı çekiyorum. Eski günlerdeki gibi sarılamadım sana. Beni bağışla! Zaten dikkat ettinse, yürürken dik dik yürüyorum. Gören de kasıldığımı sanır. Neyse ki sen yabancı değilsin." dedi.
Düşünsene üç dakika önce o odadan çıksay-dım, kim bilir arkasından neler söyleyecektim. Belki de dostluğumuz sona erecekti. O gün bir kez daha anladım, hiçbir şey göründüğü gibi değilmiş. O gün vazgeçtim, tüm peşin yargılarımdan. Anlamadan, dinlemeden hüküm vermek bana göre bir iş değil.
Kendi bildiğin gibi yaşamak!
Bildiklerimizle değil, alışkanlıklarımızla yaşıyoruz. Çimenler mavi, denizler kırmızı olsaydı ne tuhaf olurdu değil mi? İlk başta bu soruya evet dersin. Ama öyle değil işte, doğduğumuzda çimen mavi, deniz kırmızı olsaydı; biz, şimdi, "Çimenler yeşil olsaydı ne kadar tuhaf olurdu." diye düşünecektik.
Birileri biz doğduğumuzda bize sivrisineğin sevimli bir hayvan olduğunu söyleseydi, şimdi bir çoğumuz evde sivrisinek besliyor olurduk...
Bize neyin yanlış, neyin doğru olduğunu başkaları anlatmış, biz de öylece kabul etmişiz. Sevgili okurum, dostum, gel kıralım bütün zincirleri. Bizim de kendimize ait doğrularımız olsun. Sadece birilerinin dediği gibi değil, biraz da kendi bildiğimiz gibi yaşayalım. Göreceksin, kısa bir zaman sonra her şey nasıl da değişecek.
Kendi bildiğin gibi yaşamak! Elbette ki bu %100 mümkün olamaz. Olmamalı da. Tamamen kendi bildiğin gibi yaşamaya kalkarsan; bu, tüm toplumu ve sosyal çevreni yok sayman demektir ki, bu yapılabilecek en büyük hata olurdu. Ama birileri kırılmasın diye bu kadar kasılmanın da bir esprisini göremiyorum. Konuşmalıyız. Birbirimizle konuşmalıyız.
Adamın gözünde çapak var ve sen sırf o adam üzülmesin diye bunu ona söyleyemiyorsun. O da, akşama kadar iğrenç iğrenç dolaşıyor...
Bunu yarın denesene: Paçanın birini kıvır ve otobüse bin! Herkes senin paçana bakacak ama kimse "Beyefendi / Hanımefendi paçanızı düzeltin." demeyecek! Trans-paran düşünmek zorundayız. "Seni sevmiyorum Erdal." diyebilmelisin, ben de sana, "Sen beni sevmiyorsan ben seni hiç sevmiyorum." demek yerine, beni neden sevmediğini sorabilmeliyim. Sen de bana gerekçeni anlatmalısın... Eğer bunu başarabilirsek, herkes iyi olmayan yönünü kısa bir zamanda düzeltebilir.
Sürekli farkında olmadan burnunu karıştıran bir insanı uyarmazsan, o zaten farkında değil, bu huyundan nasıl vazgeçer ki? Çok sıkıcı konuşan ve konuşmaktan da zevk alan bir insanı eğer uyarmazsan susmayı nasıl tercih eder? İnanılmaz bir inatla zor olanı tercih ederek, o insanla daha az görüşmeye çalışıyorsun, ondan kaçıyorsun. İlle de dinlemek zorundaysan tiyatro yapıyorsun. Halbuki yapman gereken şu: Söz konusu gevezeyi bir kenara çekerek, "Bak dostum, sen konuşmayı çok seven bir insansın. Ama insanlar senin konuşmalarından bazen sıkılıyorlar. Bence daha az konuşmalı daha çok dinlemelisin." demen gerekiyor. Sana küsse de, darılsa da emin ol ki, bu cümleyi dikkate alarak daha az konuşacaktır
Birileri biz doğduğumuzda bize sivrisineğin sevimli bir hayvan olduğunu söyleseydi, şimdi bir çoğumuz evde sivrisinek besliyor olurduk...
Bize neyin yanlış, neyin doğru olduğunu başkaları anlatmış, biz de öylece kabul etmişiz. Sevgili okurum, dostum, gel kıralım bütün zincirleri. Bizim de kendimize ait doğrularımız olsun. Sadece birilerinin dediği gibi değil, biraz da kendi bildiğimiz gibi yaşayalım. Göreceksin, kısa bir zaman sonra her şey nasıl da değişecek.
Kendi bildiğin gibi yaşamak! Elbette ki bu %100 mümkün olamaz. Olmamalı da. Tamamen kendi bildiğin gibi yaşamaya kalkarsan; bu, tüm toplumu ve sosyal çevreni yok sayman demektir ki, bu yapılabilecek en büyük hata olurdu. Ama birileri kırılmasın diye bu kadar kasılmanın da bir esprisini göremiyorum. Konuşmalıyız. Birbirimizle konuşmalıyız.
Adamın gözünde çapak var ve sen sırf o adam üzülmesin diye bunu ona söyleyemiyorsun. O da, akşama kadar iğrenç iğrenç dolaşıyor...
Bunu yarın denesene: Paçanın birini kıvır ve otobüse bin! Herkes senin paçana bakacak ama kimse "Beyefendi / Hanımefendi paçanızı düzeltin." demeyecek! Trans-paran düşünmek zorundayız. "Seni sevmiyorum Erdal." diyebilmelisin, ben de sana, "Sen beni sevmiyorsan ben seni hiç sevmiyorum." demek yerine, beni neden sevmediğini sorabilmeliyim. Sen de bana gerekçeni anlatmalısın... Eğer bunu başarabilirsek, herkes iyi olmayan yönünü kısa bir zamanda düzeltebilir.
Sürekli farkında olmadan burnunu karıştıran bir insanı uyarmazsan, o zaten farkında değil, bu huyundan nasıl vazgeçer ki? Çok sıkıcı konuşan ve konuşmaktan da zevk alan bir insanı eğer uyarmazsan susmayı nasıl tercih eder? İnanılmaz bir inatla zor olanı tercih ederek, o insanla daha az görüşmeye çalışıyorsun, ondan kaçıyorsun. İlle de dinlemek zorundaysan tiyatro yapıyorsun. Halbuki yapman gereken şu: Söz konusu gevezeyi bir kenara çekerek, "Bak dostum, sen konuşmayı çok seven bir insansın. Ama insanlar senin konuşmalarından bazen sıkılıyorlar. Bence daha az konuşmalı daha çok dinlemelisin." demen gerekiyor. Sana küsse de, darılsa da emin ol ki, bu cümleyi dikkate alarak daha az konuşacaktır
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)